ZİFT AKIYOR EKRANLARDAN
gündüz kuşağı programlarının aile kurumuna verdiği zararlar
"Aile Yılı mı, Çelişkiler Yılı mı?"
2025 yılı, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle "Aile Yılı" ilan edildi. Yetkililer, bu yıl boyunca ailenin güçlendirilmesi, değerlerin korunması ve sosyal yapının sağlamlaştırılması hedefini kamuoyuyla paylaştı. Ancak ekranlarımıza bakınca, bu niyetin ciddiyeti sorgulanır hale geliyor. Çünkü Türkiye'nin en çok izlenen televizyon kanallarında, iktidarın doğrudan veya dolaylı desteklediği medya organlarında bile, geleneksel aile yapısıyla açıkça çelişen içerikler fütursuzca yer buluyor.
Her akşam, prime time saatlerinde yayınlanan magazin programlarında eşler arası aldatmalar, şiddet, entrikalar ve ahlaki çöküntü adeta normalleştiriliyor. Kurgulanmış evlilik programları, "reality show" adı altında oynanan kurmaca dramalar ve çarpık ilişkiler, toplumun gözünün içine sokuluyor. RTÜK ise genellikle bu tür yayınlara karşı sessiz; çünkü bu kanallar ya siyasi iktidarın ideolojik çizgisine yakın ya da ekonomik olarak destekleniyor.
Bu noktada soruyoruz: Hani "Aile Yılı"ydı?
Hükümetin "aile" kavramını sadece siyasi bir söylem haline getirdiğini görüyoruz. Gerçek bir toplumsal dönüşüm, yalnızca yıl ilanlarıyla olmaz. Eğer aile değerleri gerçekten korunmak isteniyorsa, önce kamuoyuna yön veren medya organlarının etik yayıncılık yapması sağlanmalı. Aksi takdirde aile, sadece seçmen mobilizasyonu için kullanılan kutsal bir sembolden ibaret kalır.
Kaldı ki, bu ikiyüzlülük yeni değil. Son yıllarda “milli ve manevi değerler” adına eğitim politikaları değiştirilirken, aynı dönemde ekranlardan gençliğe rol model olarak sunulan figürler ahlaki olarak çöküntü içindeydi. Aile değerleri, kamusal alanda gösterilenle özelde yaşanan arasındaki uçurum nedeniyle hızla eriyor.
Eğer bu ülke gerçekten aileyi önceleyen bir yol haritası çizmek istiyorsa, önce çelişkilerini gidermeli. Aksi takdirde “Aile Yılı” gibi sembolik ilanlar, gerçekliği olmayan bir vitrin süsünden öteye geçemez. Ve biz yine ekran başında yozlaşan bir toplumun sessiz tanıkları oluruz.
"Televizyonda Aileyi Bitirenler: Adını Koymaktan Korkmayalım"
"Aile Yılı" ilan ediyorsunuz ama en çok izlenen saatlerde, devletin desteğini arkasına almış kanallarda toplumun temelini oluşturan aileyi yerle bir eden içeriklerle halkı baş başa bırakıyorsunuz. Bu ikiyüzlülüğü artık görmezden gelemeyiz. Adını da koyalım: Esra Erol ve Müge Anlı gibi programlar, her gün ekranlardan Türk toplumuna bir "çürüme manzarası" sunuyor.
Evet, bu iki sunucu yıllardır "gerçek olayları araştırıyor", "insanlara yardım ediyor", "aileleri buluşturuyor" kisvesi altında toplumun en derin yaralarını reytinge dönüştürüyor. Aile içi aldatmalar, ensest vakaları, kayıp hikâyeleri ve cinayet şüpheleri... Bunların hepsi sabahın erken saatlerinden itibaren, hiçbir yaş filtresi olmadan, hiçbir psikolojik denetim mekanizması kurulmadan milyonlara servis ediliyor.
Bu yayınlar artık sadece birer “eğlence” ya da “toplumsal farkındalık” aracı değil; bizzat aile yapısının altını oyan, halkın travmalarını teşhir eden ve ekran başındaki çocukların normalleştirmemesi gereken ilişkileri sıradanlaştıran birer tehdit haline geldi.
Ve ne acıdır ki, bu programlar en çok da "aileyi savunduğunu" söyleyenlerin ekranlarında yer buluyor. Bu nasıl bir çelişkidir? Aileyi koruyacağız diyerek okullarda müfredat değiştirip "değerler eğitimi" verirken, aynı çocuklar evde bu tür yayınlarla büyüyor. Hangisi samimi?
Gerçek şu ki; hükümetin “Aile Yılı” hamlesi, bir imaj operasyonundan ibarettir. Göstermelik projelerle, afişli kampanyalarla, kamu spotlarıyla aile yapısı korunmaz. Önce ekranda neyi meşrulaştırdığımıza bakacağız. Reyting uğruna toplumun en kırılgan yapısını göz göre göre zehirleyen yayınlara “müdahale edemem” diyen bir iktidarın samimiyeti sorgulanmalıdır.
Çünkü ekranlardan taşan bu çürüme, sadece aileyi değil; geleceğimizi de tehdit ediyor. Sessiz kalamayız.
Harika, o zaman yazının sonuna toplumu harekete çağıran, çözüm önerileri sunan ve geçmişten örneklerle bugünkü tabloyu karşılaştıran bir bölüm ekliyorum:
"Toplumu Çürümeye Terk Etmeyin: Bu Sessizlik Suç Ortaklığıdır"
Bu ülkede aile kurumu, yüzyıllar boyunca sadece bir sosyal yapı değil; aynı zamanda toplumsal direncin ve ahlaki omurganın kaynağı olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın zor koşullarında bile aileler dağılmamış, değerler bozulmamıştı. Çünkü o dönem devlet ve toplum arasında bir güven bağı vardı. Bugünse bu bağ ciddi şekilde aşınmış durumda.
Medyanın, devletin göz yummasıyla kontrolsüz bir "ahlaki şiddet" makinesine dönüşmesi karşısında elimiz kolumuz bağlıymış gibi davranamayız. Bu yayınları eleştiren herkes “özgür basına saldırıyor” diye yaftalanırken, esasen aileye saldıran yayınlara özgürlük kılıfı biçiliyor. İşte bu sessizlik, bu çarpık önceliklendirme suç ortaklığıdır.
Şimdi yapılması gereken nettir:
RTÜK gerçekten bağımsız bir denetim organı haline gelmeli ve reyting korkusuna kapılmadan toplumu ifşa eden yayınlara karşı yaptırım uygulamalıdır.
Eğitim kurumları medya okuryazarlığını müfredata dahil etmeli, çocuklar ve gençler bu tür yayınların etkilerine karşı bilinçlendirilmelidir.
Medya kuruluşları da “ahlaki sorumluluk” taşıyan kurumlar olduğunu hatırlamalı, kısa vadeli kazançlar uğruna toplumu ifşa etmeye son vermelidir.
Ve en önemlisi, vatandaş olarak bizler de sesimizi yükseltmeliyiz. Çünkü sessizlik, her gün ekranlardan yayılan bu çürümenin normalleşmesine katkı sağlar. Toplum, ancak değerlerini savunmaya cesaret ettiğinde yeniden ayağa kalkabilir.
Unutmayalım: Aileyi korumak için sadece yasalar, yıl ilanları ya da kamu spotları yetmez. Aileyi korumak, aynı zamanda vicdanlı bir medya düzeni, tutarlı bir yönetim anlayışı ve duyarlı bir toplum gerektirir.
Aksi takdirde bu yıl, "Aile Yılı" değil; toplumsal çöküşün hızlandığı “İkiyüzlülük Yılı” olarak tarihe geçecektir.
Aydın Gülen
0 Yorum