Kendi Engelimi Aşarken Anladım ki...
Engelliler Haftası kapsamında, yazar Ayşe Gülten KIRICI, engelliliğin tanımını ve toplumsal önemini vurguluyor. Kendi yaşadığı geçici engellilik deneyimlerini (kırık ayak, düşme sonucu yaralanmalar) samimi bir şekilde paylaşarak, engelli bireylerin günlük hayatta karşılaştığı zorluklara dikkat çekiyor. Duyma, görme ve zihinsel engellerin hayatı nasıl etkilediğini sorgulayan yazar, empati ve farkındalık çağrısı yapıyor. Engelli bireylerin topluma kazandırılması ve engellerin kaldırılması için kolektif çaba gerektiğini vurgulayan makale, okuyucuları çevrelerindeki engelli bireylere destek olmaya davet ediyor.
ENGELLİLER HAFTASI
Merhaba sevgili okurlarımız. Bu hafta, çok önemli bir konu olan engellilik üzerine konuşalım. Engellilik, doğuştan veya sonradan herhangi bir sebeple bedensel, ruhsal, zihinsel veya sosyal yetilerini çeşitli derecelerde kaybederek, normal yaşamın gereklerine uyamama olarak tanımlanır. Hemen hemen herkes hayatlarının bir noktasında, geçici veya kalıcı olarak engellilik yaşar. Bu nedenle engelli vatandaşlarımızın önündeki engellerin kaldırılması ve kendilerinin ve ailelerinin yaşam kalitesinin yükseltilmesi için her yıl 10 Mayıs ile 16 Mayıs arası engelliler haftasıdır. 156 ülkede aynı tarihlerde çeşitli etkinliklere yer verilen bir haftadır.
Engelliler Haftası, Birleşmiş Milletler’e bağlı 156 ülkede, aynı tarihlerde kutlanan özel haftadır. Tüm dünyada engellilerin topluma kazandırılması ve haklarının diğer insanlarla eşit ölçüde sağlanması, toplumlarda engelli kişilerin güçlendirilmesi amacı ile oluşturulmuş bir farkındalık haftasıdır. Son yıllarda yaşanılan depremler, savaşlar, kazalar ve pandemi dönemi, bir çok insanın engelli birer birey olmasına yol açtı. Açmaya da devam edecek. Ama insan, normal yolda yürürken de düşebilir. Ayağı, eli, kolu vb kırılabilir. Daha on gün önce, yolda karşıdan karşıya geçmek isterken nasıl olduğunu anlamadan yüzükoyun kendimi yerde buluverdim. Kolumda asılı çantam önüme gelmiş. Ellerimle asfalta karşı kendimi korumaya almışım. Avuç içlerim yaralandı. Dişlerim dudağımı kesti. Dizlerim özellikle sol dizim hasar gördü. Ödem oluştu. Şişti. Bir hafta evden dışarıya çıkamadım. Buz tedavisi, merhem ve ilaçlarla iyileşmeye çalıştım. Dizimin kemiğe gelen kısmı hâlâ acıyor.
Geçen yıl da Aralık ayında, bir mekanda çok da yüksek olmayan merdivenlerde ayağım takıldı ve ben kayarak kendimi masanın kenarındaki sandalyeye tutunarak durabildim. Sıcaklığıyla bir şey hissetmesem de sonradan sol ayağım ters döndüğü için kırık oluşmuş. Hastaneye gittiğimde doktorun, “Kırık var, alçıya alacağız!” sözleriyle korktum. İşte zorluk sonra başladı. Sol ayağımı diz altına kadar alçıya alındı. Ayağın üzerine basmak yasak. Hazırlıksız olduğumuz için ne bir koltuk değneği, ne de volkır var. Binamızda asansör yok. Biz ise dördüncü katta ikamet ediyoruz.
Eşimin yardımıyla arabaya bindim. Binaya geldik. Bu sefer de arabadan inemiyorum. Karşı komşumuz ve bakkalımız yardıma koştular. Bir şekilde indim. Beni bir sandalyeye oturtup binanın girişine kadar taşıdılar. Asıl sorun merdivenlerdi. Bir kat taşıdılar fakat ben maşallah kilolu olduğum için zorlandılar. “Beni bırakın. Ben basamakları geri geri giderek çıkmaya çalışayım,” dedim. İkinci katı o şekilde çıktım. Üçüncü katta yeniden sandalye, dördüncü katta yeniden basamakları geri geri giderek, nihayet dördüncü kata ulaşıp dairenin kapısından oturarak içeriye girdim. Girdim girmesine de bu sefer de ayağa kalkıp koltuğa oturamıyorum. Sonunda zorla ve yardımla koltuğa oturabildim. Derin bir nefes aldım.
Asıl zorluk bundan sonra başlıyordu. Evin bütün işleri yapan ben engelli hale gelmiştim. Bırakın evin işlerini kendi ihtiyaçlarımı nasıl karşılayacaktım? En önemlisi tuvalete nasıl gidecektim? Eşim, yapılabilecek tüm işleri yapmaya çalıştı. Bir volkır temin ettik. Ben seke seke on gün sonra evin içinde dolaşmaya başlayabildim. Kendime göre hangisi pratik ve kolaysa öyle çözüm ürettim. Tabii ki bu arada banyo da yapamadım. Üç hafta sonunda doktor halime acıdı. “Ayağınızın üzerine basmamaya söz verirseniz alçıyı çıkaralım. En azından banyonuzu yapın,” dedi.
Demek istediğim bu olay yalnızca basit bir örnek. Hani yaparak yaşayarak öğrenme metodu etkilidir ya; tam da öyle oldu. Eli, ayağı, kolu, bacağı zarar görmüş, ömür boyu bu zorluklarla mücadele edenleri düşünelim.
Bir sabah uyandığınızda, sesleri işitemediğinizi ve konuşamadığınızı farketseniz ne yaparsınız? Hangi zorluklarla karşılaşırsınız, hiç düşündünüz mü? Örneğin kapı zili veya telefon çalıyor. Ama işitmiyorsunuz. Kapıyı açamıyor, telefon görüşmesi yapamıyorsunuz. Karşıdaki kişiyle sohbet edemiyorsunuz! Müzik dinleyemiyor, televizyonun sesini duyamıyorsunuz. Bir saatin tik taklarını ve çalar saatin sizi uyandırmasından habersizsiniz. Balkonunuza konan kuş seslerini, yoldan geçen arabaların klakson seslerini, okul bahçesindeki öğrencilerin cıvıltılarını, musluktan akan suyun, bir dere ya da akarsuyun çağıldayan sesini ve daha binlerce sesler...Nasıl bir duygu oluşur içinizde?
Yaşadığımız süre içinde; ancak bir olay başımıza geldiği zaman, önemini anlayıp farkına varabiliyoruz. Derdi var ise derman aramaya çalışıyoruz. Oysa ki bunun yerine, çevremizde yaşayanlara zamanında yardım elimizi uzatabilsek ne kadar anlamlı olur.
Şöyle bir düşünün. Sessiz bir dünyada yaşamak nasıl olurdu? İşitememek ve konuşamamak nasıl bir histir acaba? Hayatımızda sesle ilgili o kadar çok olgu ve olay var ki! İnsan arkası dönükken kendisine sesleneni duyamaz. Yalnız başına sokağa çıktığında arabaların motor seslerini işitip tedbir alamaz. Derdini konuşarak bir çırpıda anlatamaz. Ağaç ve yaprakların hışırtısını, hayvanların seslerini, ocakta kaynayan çaydanlığın çıkardığı sesi, sifon sesi saymakla bitmeyecek gibidir. En etkileyici olanı da romantik bir müzik eşliğinde sevdiğinin sözlerini kulaklarınla işitebilme yoksunluğudur. Ya da bir annenin bebeğinin ağlama sesini duyamamasının yaşadığı çaresizlik, belki de en acı olanıdır. Bir baba kendisine seslenen çocuğunun sesini duymayı, ona yanıt verebilmeyi ne kadar çok ister değil mi?
Bir akşam konsere gitmiştik. Açık hava konseriydi. Hopörlerin altına denk gelmişiz. Fakat oturduğumuz için yerimi değiştiremedim. Nihayet konser bitti. Dışarı çıktığımızda hiçbir şey duymuyordum. “Eyvah! Kulaklarım duymuyor!” diye feryat ettim. Eve gidince geçer belki diye sabrettim. Ama ertesi gün de düzelmeyince kendimi KBB doktorunun karşısında buldum. Herhangi bir durum göremedi. “Zamanla geçer,” dedi. Birkaç gün sonra tekrar işitmeye başlayınca dünyalar benim oldu.
Aynı şeyi gözlerimiz için de söyleyebiliriz. Sürekli karanlıkta kalmak çok zor.
Zihinsel ve gelişimsel engelleri olan kişiler, okullarda, işyerlerinde ve topluluklarda hâlâ dışlanma, sosyal izolasyon ve sosyal istismarla karşı karşıya kalmaktadır.
Çevremize bakıp, bizim de bir gün engelimiz olabileceğini unutmayalım. Engelleri hep birlikte engelsiz yapmaya ne diyelim! Saygı ve sevgilerimle ..
Ayşe Gülten KIRICI
0 Yorum